Dünyadaki insan nüfusu katlana katlana artarken, dünya üzerinde bulunan su tüketimi de bu nüfus artışı sebebiyle katlanarak artıyor. Ara sıra haberlerde görüyoruz ya, barajlarda şu kadar su kaldı, bu kadar su kaldı diye. Suyun gerçekten bir gün bitecek olması bizi hafiften bir ürkütse de, tam olarak mesajı alamıyoruz bence. Bir gün musluğu açtığımızda sadece bir hava fıslaması duyduğunuzu düşünsenize. Doya doya uzun uzun banyolar yaptığımız, bulaşıklarımızı, çamaşırlarımızı yıkadığımız, lıkır lıkır içtiğimiz su yok. Belediyelerin yaptığı “planlı” su kesintilerinde bile bütün işlerimiz aksarken bir de içebilecek kadar bile su bulamadığımızı düşünün? Böylesine bir kıtlık olduğunda çok kısa sürede içilebilir şişe su fiyatları uçacak ve suyun bulunması epeyce bir zorlaşacaktır. Ülkeler birbirlerine su için savaş açacak, insanlar birazcık su alabilmek için çok yüklü ödemeler yapmaya başlayacaktır. Türkiye’de de son 5 yılda yapılan gözlemler artık tehlike çanlarının ciddi ciddi çaldığını gösteriyor. Kuruyan barajlar, tükenen tatlı su gölleri, her şeye rağmen hızlı hızlı artan nüfus, çarpık kentleşme, suyun dikkatsiz kullanımı.. Bunların hepsi bir araya gelince o kötü günler iyice yaklaşıyor. Neyse gelelim akıldaki diğer soruya, diyelim ki kesildi? Dünyanın 4’te 3’ü deniz suyuyla kaplıyken neden bir cihaz üretip onu rahat rahat kullanmıyoruz. Hadi bunu konuşalım.
2020 yılında Cape Town susuz kalmaya ramak kala kendini kurtardı. Yağmuru dinmek bilmeyen İngiltere’de, Amerika Birleşik Devletleri’nin göz bebeği olan Kaliforniya’da da çok derin bir şekilde su krizleri yaşanıyor şu aralar. Yağmur hiç yağmıyor değil tabi ki, yağış oluyor ama bu miktar ya yetersiz ya da düzensiz olduğu için tam kurtardık derken yine su krizi başlıyor bu bölgelerde.
Bu güzel mavi küremizde bulunan suyun %97’si denizlerde bulunur. Ama ne yazık ki bu su tamamen tuza doymuştur ve içilemez. Kalan %3’ün de yarısından çoğu buzullarda ve yerin çok altında olması sebebiyle kullanılamaz halde olmasını da hesaba katarsak bizim kullanabileceğimiz su ancak %1 olarak kalıyor. Halbuki deniz suyunu içebilseydik, su konusunda şu ankine göre 98 kat daha rahat olacaktık. Şimdi gelelim bu yapılabilir mi bunu konuşmaya.
Aya bayrak dikerek, Mars yörüngesine arabalar oturtan insan ırkı için halen bu teknoloji çok masraflı. Yapılmaz değil tabi ki yapılabilir. Ancak dünya üzerindeki 7,5 milyarlık nüfusu geçelim tek bir ülkenin su giderlerini karşılamaya bile yetişebilmek imkansız. Suyu, tuzdan arındırmak için temel anlamda iki çeşit tesis kullanılıyor. Termal ve Membran. Termal yöntem, isminden de anlaşılacağı üzere, su ısıtılır. Buharlaşan saf su haznelerine doldurulur ve tüketilir. Kalan tuz da denize pompalanır. Membran yöntemde ise bir dizi filtrenin olduğu bir hazneye su tazyikli olarak püskürtülür. Bu filtreleri aşan su içindeki tuz ve kirden arındırılmış olur. Ayrıca bu iki yöntemde de tesisler gerçekten çok yüksek enerji tüketirler. Üretilen her 3,7 milyon litre su için ortalama yaklaşık 15 bin kilovat saat enerji kullanılıyor. Bu arada Türkiye’de yıllık 54 trilyon litre su kullanıldığını da belirtelim.
Bu yaşamsal mecburiyetimizin hala ulaşılabilir kalması için dişlerimizi fırçalarken muslukları kapatmalı, banyo sürelerimizi elimizden geldiğince kısaltmalı, işin özü bu güzel sıvıyı olabildiğince sadece zorunlu ihtiyaçlarımız için kullanmalıyız. Bu bizim elimizde. Peki siz suyun dikkatli kullanımı için ne yapıyorsunuz?
sadece ben yapsam dunyamı kurtulacak demeyelim dunyayı kurtaralım arkadaslar Allah yardım etsin ınsallaqh